30 Temmuz 2013 Salı

Sistem-Para, Banka, Faiz ve Borç



   Herkesin hayalleri, planları, satın almak istedikleri vardır. İyi bir gelecek. Güzel bir araba, ev. Çocuklarımızın geleceği... Tüm bunlar içinse paraya ihtiyaç vardır. Kabul etsek de etmesek de sistemin kilit noktası paradır. Her şey para etrafında dönüyor. Paraya sahip olanlarsa dünyayı döndürüyor.
   
   Peki kim bu insanlar? Bunu nasıl yaparlar? Bu sorulara cevap verebilmek için önce sistemi anlamalıyız. Para, banka, borç, faiz, tüketim. Ve bunlar arasındaki ayrılmaz ilişkiyi incelemeliyiz.

   Abartılı terimlerle üstü örtülen sistem aslında çok basit. Hepimizin bildiği gibi para bulunmadan önce takas yöntemi kullanılıyordu. Ama takas yöntemi avantajlı bir yöntem değildi. Örneğin elma almak için pazara gidersiniz ve sizdeki armutlarla takas etmek istersiniz. Ancak karşı taraf armut sevmiyorsa alışveriş olmaz. Ya da çok fazla elma biriktirseniz bir şey ifade etmez çünkü elmalar bir süre sonra çürür. 

   Ve bunların olağan sonucu olarak para icat edildi. İlk olarak Asurlular bakırdan yaptılar daha sonra Lidyalılar altından para basarak bugünkü sistemin temellerini attılar. Paranın oluşumuyla birlikte onun yönetilmesi, değer kazanması, korunması ve el değiştirmesinde sorunlar ortaya çıktı. Bu durum bankaların doğmasına neden oldu. Ancak insanlar paralarını saklayacak, koruyacak ve biriktirecek olan bu kurumlara güvenmekten fazlasına ihtiyaç duydular. Bankaların cevabı hazırdı. Faiz. (Özet olarak Cem Yılmaz'ın anlattığından farksız. Ancak o sondaki hareketi banka bize çekiyor ehehe.) Banka bunu babasının hayrına yapmadı tabi. İnsanlardan topladığı parayı biriktirmekle kalmadı başka insanlara borç vererek verdiği borç karşılığında borçlulardan faiz ödemesini istedi. Böylece hem sermayesini alıp sakladığı insanlara borç verebilecek hemde kendisi kazanç sağlayabilecekti. Örneğin 100 kişiden 1000 er lira para alan banka daha sonra bu kişilere 1100 er lira vermeyi vaat eder. Kasasında 100 bin lira olur.  Parası ve evi olmayan başka bir insansa ev almak için 100 bin lira bankadan borç alır ve banka daha sonra kendisine 120 bin lira vermesi şartıyla parayı bu insana verir. Kazandığı 120 bin liranın 110 bin lirasını başta sermayesini aldığı insanlara dağıtır ve 10 bin lira kendine kalır. Tabi günümüzdeki sistemde karmaşık terimler ve sonu bol sıfırlı sayılar rol oynasa da olan şey az çok budur. Dikkat edilmesi gereken nokta şu. Bankanın hiç parası yoktu. Parası olan insanların parasını aldı ve parası olmayana verdi. Kendisi de faizden kazandı. Sıfır emek maksimum kazanç. Oldukça zekice.

   Faiz zamanla birlikte ölümcül noktalara ulaşır. Çünkü eğer aldığınız parayı ödemezseniz faizin faizini de ödersiniz. Siz ödemedikçe bu böylece sürer gider. Basit bir hesapla bankadan şuan 1 kuruş borç alsanız ve sizden sadece %5 faizle geri ödemenizi istese 15 sene sonra bankaya 2 kuruş borçlu olursunuz. 30 sene sonra 4 kuruş ve 1450 sene sonra ise tamamı altından bir dünya borçlu olursunuz. Bunun banka için tek bir kötü yanı var. O kadar uzun yaşamıyoruz ehehe.
   
   Altın para uzun süre hükümdarlık sürdü ancak yerini kağıt paraya bıraktı. Nedeni aslında basit. Zenginler o kadar altını taşıyamıyorlardı. Bu yüzden banka getirilen altın paraya karşılık o miktarı ifade eden bir kağıt verdiler. Bu da kağıt paraya geçiş oldu. (Detaylı bilgi için.) Böylece para gerçek değerinden uzaklaştı. Bu da paranın bankalar tarafından kontrol edilmesini kolaylaştırdı. Çünkü altın bankadaydı. İnsanlar ise altının bir nevi manevi uzantısı olan kağıtlarla alışveriş yapar duruma geldiler.


Para şekil değiştirdi ve daha çok bankaların kontrolüne geçti. 20. Yüzyılla birlikte bilgisayarların yaygınlaşmasıyla ve sanal ortamın oluşumuyla yeni bir para çeşidi de ortaya çıktı: Elektronik para.bankaya koyulan her kağıt para için sanal ortamda para üretildi. Öyle ki şuan dünya üzerindeki paraların yalnızca ufak bir kısmı gerçekten kağıt olarak var. 

Geri kalanı ise sanal yani elektronik para. Bunun olması ise oldukça doğal. Elektronik para sayesinde bir hesaptan diğer hesaba para anında aktarılabiliyor. Alışveriş daha hızlı gerçekleşiyor. İnsanlar nakit paraya daha az ihtiyaç duyuyor. Kimse gidip de bir cep telefonu almak için bile bankadan parasını çekip almıyor ya banka kartı yada kredi kartıyla işlemini hallediyordu. Kağıt paraya ihtiyacın azalması aynı miktarda parayı daha çok kişiye elektronik olarak borç verme imkanını doğurdu.


Bankaysa bu imkanı değerlendirdi. Kendisine yatırılan parayı teminat göstererek bir çok kişiye borç verdi. Ve hala nakit para kullanan insanlar içinse bankada %10 luk bir rezerv bulundurdu ki onlara isterlerse paralarını verebilsin. Bu şu demek: Banka yatırılan her 1 liradan 10 liralık borç üretebilir.


Banka her ne kadar bunu sanal olarak yapsa da o para insanlara borç olarak verilmiştir ve insanlar o borcu kullanırlar. Markete giderler kredi kartlarıyla alışveriş yaparlar sanal ortamda alışveriş yada banka hesabından havale ile bir şekil de o para kullanılır.Yani para yaratılmıştır.Hem de borçtan. Diğer bir ifade ile borç= para.

Günümüzdeki modern ekonomik sistemde bankalara muhtacız.Aldığımız maaşları bile bankadan alırız. Devlet bir miktar parayı bankaya yatırır. Banka insanlara maaş olarak verir. İşin sonunda para kaçınılmaz olarak aynı bankaya yada başka bankalara geri döner. Bu dönüşte kredi kartlarının, para biriktirmek için kullandığımız banka hesaplarının payı büyüktür.

Soruların en zoru devletin parayı nereden temin ettiğidir. Yani parayı kim basar?

Ülkemizde parayı basan kurumun adı Merkez Bankasıdır. Amerika’da FED(federal rezerv) İngiltere’de Bank of England paranın basma yetkisine sahiptir. Bu bankalar  her ne kadar isimlerinden dolayı kamuya ait gibi görünse de (Bu isimler bilinçli olarak öyle algılanması için verilmiştir) hemen hepsi Rothschild  ailesine ait özel mülkiyetlerdir. (Rothschild ailesi hakkında detaylı bilgi için. Ayrıca diğer yazıları da okumanızı şiddetle tavsiye ederim.)

Paranın basılma hikayesi ise şöyle: Hükümet gidip merkez bankasına 10 milyar liraya ihtiyacı olduğunu söyler. Merkez bankası da basacağı 10 milyar dolar karşılığında hazine bonosu ister. Hazine bonosu aslında o miktarda borcun olduğunu ifade teminat kağıtlarıdır. Devlet bu parayı Merkez Bankasından ödemek üzere borç alır.Yani ta en başta bile para borçtan yaratılır. Merkez bankası bonoları alır ve bildiğimiz pamuktan kağıtlardan parayı basar ve bu paranın değeri 10 milyar lira olarak belirlenir. Ancak günümüzde paranın genellikle oluşum yolu elektronik ortamdır. Hükümet aldığı parayla yerine getirmesi gereken görevleri yapar. Örneğin maaş ödemesi yada metro yapımı için gerekli paranın temininde bu parayı kullanmalıdır. Bunun için parayı ticari bankalara yatırır. Hükümet parayı bankalara bir kere vermiştir ve bankalar bu parayı kaynak olarak kullanırlar. Yani bu para insanlara borç ve maaş olarak verilir ve gene %10 luk rezerv bulunması bunun için yeterlidir. Tıpkı Yıldırım Demirören ve Beşiktaş gibi. Pahalı futbolcuyu o alır ama Beşiktaş ona borçlu olur ehehe.

 Tedavüldeki tüm para  Merkez Bankaları tarafından bu şekilde basılır. Bu para Ticari bankalara gider. Ve oradan da bizim ceplerimize gelir.

Soru: Madem ki bütün para bankalar tarafından oluşturuldu ve insanlara verildi, insanlar bu parayı bankalara geri verirken ödeyecekleri faiz için gerekli parayı nereden bulur?

Cevap: Bulamaz.

Birileri bulamayacaktır ki birileri borçlarını ödeyebilsin. İşte bu yüzden 3. Dünya ülkelerinde açlık, salgın hastalıklar yetersiz beslenme eksik olmaz. Çünkü onlar ödeyemeyen kısımdır. Sistem tıpkı bir tahterevalli gibi çalışır. Birileri yükseliyorsa anlamalıyız ki birileri düşmelidir. Bu yüzden aklımız erdiğinden beri çalışıyoruz ki bir meslek sahibi olalım ve  geçimimizi sağlayalım. Bir çeşit afyon gibi işlev gören modern çağların konforuna erişmeliyiz ki medeni birer insan olalım.

Para borçtan yaratılır ve her vatandaş devletinin borçlarını ödemek için çalışır. Vergilerimizi devlete veririz ve devlet bankalara olan borcunu öder. Bankalar bize borç verir bizler faizini öderiz. Olayın ne denli büyük olduğunu ve tüm hükümetlerin neden bir kukla gibi kullanıldığını anlamak için Dünya'nın en borçlu ülkelerinin listesine bir bakın.

Tüm bu ülkeler dünyanın en güçlü ülkeleri. Ve aynı zamanda en borçlu ülkeleri. Peki kime bu borçlar? Dünya bankası ve IMF de aynı bu şekilde çalışan ve büyük çaplı borçlanmaları finanse eden özel kurumlardır. Bu konuyu ayrı bir bölümde inceleyeceğiz.

Tüm dünya birilerine borçlu. Birbirlerine borçlu. Para bile borçtan yaratıldı. Adete çalışıp ücretlerimizin karşılığı olan maaşlarımızı almıyoruz bir borç olarak maaş alıp onu ödemek için 1 ay çalışıyoruz. Bu sistemin köleleştirme tarzı bu. En kötü yanı ise hiçbirimiz bunu kabul etmek istemiyoruz çünkü bu çok basit bir sistem ama ne yazık ki olan şey bu.

Sistem bizi faiz olmadan köleleştirmesi imkansız.Bu yüzden Kuranda faiz (riba) yasaklanmakla kalmamış faize savaş ilan edilmiştir. (Ey iman sahipleri Allah'tan korkun ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanını bırakın. Eğer bunu yapmazsanız Allah ve resulünden bir harp ilanı duymuş olun. Tövbe ederseniz mallarınız sizindir; ne zulmeden olursunuz, ne de zulmedilen Bakara 278-279) Eğer insanlar faizden uzak durursa sistemin kölesi de olmazlar. Ancak bütün bu tezgahı kuran adamlar bunu da düşünmüştür. Eğer birine borç verirseniz ve ondan bir sene sonra aynı miktarda para alırsanız zararlı çıkarsınız. Çünkü enflasyon vardır yani paranın değer kaybedip alım gücünün azalması. Onlar para bastıkça paranın alım gücü azalır ve insanlar her saniye karınlarını doyurabilmek için daha çok paraya ihtiyaç duyarlar.

Diyelim ki bu sene 100 lirayla 100 fındık alıyorsanız seneye 100 lirayla 80 fındık alabilirsiniz. Doğal olarak insanlar buna yanaşmaz .Paralarını bankaya vermezlerse her geçen gün daha da fakirleşirler. Sistem onları fakirlikle korkutur.Tıpkı şeytanın insanı korkuttuğu gibi. (Şeytan sizi fakirlikle korkutur,sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler..Bakara 268) Bu yüzden insanlar hep daha fazla çalışmalıdırlar. 

Enflasyonun tam tersi ise deflasyondur. Burada ürünün değeri azalır  yani paranın değeri göreceli olarak artar. Enflasyon ve deflasyon sistemin bu şekilde para basıp para çekmesinin doğal sonucudur.Çok olanın değeri azalır az olanın değeri artar. Enflasyon ve deflasyon paranın değerini ayarlamak için kullanılan birer araçtır.

Peki insan bu kadar paraya muhtaç bir canlı mıdır? Elbette ki hayır. Eğer biraz  düşünürsek bize ihtiyacımız diye dayatılan çoğu şey oldukça gereksizdir. Sürekli bir şeylerin daha iyisini daha yenisini almamız öğütlenir.

Bir telefon alırız sonra daha iyisi çıkar onu alırız. Çünkü bu bize özendirilir çünkü herkes yapıyordur. Televizyonda izlediğimiz reklamların bunda büyük etkisi var elbet. Örnek olarak Vestel reklamını alalım. Vestel’in aşırı derecede kapitalist ve çok uluslu bir şirket olmadığı malum. Zaten öyle olsalardı size ihtiyacınız olmayan şeyleri sayıp ‘Hayat değişiyor buzdolabını değiştir’ gibi açık seçik bir davette bulunmaz bunu subliminal mesajlarla yada filmlere dizilere ürün yerleştirerek hallederdi. 

Burada dikkat etmeniz geren tek şey şu: Tüm bunlara ihtiyacınız var mı? Yoksa sistem bizi bir şekilde istediği gibi davranmamız için programlıyor mu? Cevap sizin.

İçinde bulunduğumuz sistem bir katil çünkü her gün 34 bin çocuk yoksulluk ve kolaylıkla önlenebilir hastalıklar yüzünden ölüyor. Bu sistem bir sadist çünkü nüfusun % 50 si günde 2 dolardan daha az gelirle çalışıyor. Bu sistemde dünya zenginliklerinin %40 ına nüfusun % 1 i sahip. Bu sistem yanlış bir sistem ve bu sistem içinde hiçbir doğru cevap yok. Sadece daha az yanlış olanı var.

Gördüğümüz gibi sistemin en üst basamağında bankalar var. Şirketler ve politikacılar ise onların en büyük yardımcıları. Sistemin en altında ise biz varız yani halk. Onların ifadesiyle "tüketiciler". Gerçek anlamdaki modern köleler. En azından şimdiye kadar bize anlatılmaya çalışılan şey bu. Siz hiçbir şey değiştirmezsiniz. Güç tamamen bizim elimizde.Gerçekte ise durum bundan farklı.

En başa gidin ve bankadaki paraların kimin olduğunu düşünün. Şirketlerde kimlerin çalıştığını ve ürünlerini kimlerin tükettiğini bir düşünün. Politikacıları kimin seçtiğini ve kimlerin desteklediğini bir düşünün. Bütün bunların cevabı aynı: Halk. Yani biz, sen ben hepimiz. Bütün bunları durdurabilecek tek güç. Bu aynı zamanda bizi tüm bunların sorumlusu yapıyor. Bu sistem çalışıyor. Çünkü biz çalışıyoruz. Kabul etmesi elbet zor ama hayatlarımız birkaç varlıklı grup tarafından kontrol ediliyor. Zaman ilerliyor ve sistemin çarkları dönüyor. Her geçen gün biraz daha fazla can yakıyor. "Dünya değişiyor Dünyayı değiştir."

Unutmayın :

Hiç kimse özgür olduğunu düşünen birinden daha iyi köle olamaz. -Goethe-



Mutlaka izlemenizi tavsiye ettiğim kaynak videolar: