16 Ocak 2014 Perşembe

Bir Eksik Bir Fazla

ABD- Meksika savaşında yalnızca 1 kişi öldü. Yanlış duymadınız. Böyle büyük bir olayın tek can kaybıyla sonuçlanması dünyada büyük bir sevinç yarattı. Ölen askerin ismi ise Alex Rodriguez’di.

Alex Rodriguez Meksikalıydı.27 yaşındaydı.Babası marangozdu. Xalapa yakınlarında bir çiftlikte 4 kız çocuğu, hamile eşi Martha ve hasta annesi ile yaşıyordu. Geçimini birkaç büyük baş hayvanı ve küçük arazisinde yetiştirdiği ürünleri Xapala’da satarak sağlıyordu. Alex öldükten sonra karısı küçük bir oğlan çocuğu dünyaya getirdi. Alex hep bir erkek çocuk istemişti. Annesi çocuğa çok sevdiği eşinin ismini koydu.Alex.

Tarlaların işlenmesi gerekiyordu. Ama en büyüğü 7 yaşında olan kızlar hasta bir anne ve yeni doğum yapmış bir kadın ile bu imkansızdı. O sene tarla işlenemedi. Alex’in ailesi aç kaldı. Yaşlı annesi 6 ay sonra bakımsızlıktan öldü.

Alex’in en büyük 2 kızı ise evin gelirini sağlamak için gece gündüz çalışıyorlardı.Kaldıramayacakları bir yükün altında kalan çocuklar babaları öleli daha 1 sene geçmişti ki hastalanmışlar ve yatağa düşmüşlerdi. Annelerinin ilaç alacak parası yoktu. Devlete baş vurdu. Sonuçta kocası bu devlet için can vermişti. Ne yazık ki Alex in her hangi bir sosyal güvenlik kurumu kaydı yoktu. Devletin yardım edemeyeceğini bu durumda bir çok insanın olduğunu söyledi. 2 kız birkaç ay sonra öldü.

Alex’in eşi bütün bu yıkımı kaldırmaya çalışıyordu. Çiftliği yok pahasına sattı ve New Mexico’daki uzaktan akrabaları olan Tiago’nun yanına yerleşmeye karar verdi. Markette bir iş buldu. Belki bu şekilde çocuklarına bakabilirdi. Ancak  böyle olmadı. Kadın tüm gün çalışıyor elindeki tüm parayı bu adama veriyor üstüne üstlük tacizlerini de görmezden geliyordu. Adam  gene içkili olduğu bir gün Martha’ya tecavüz etmeye kalktı. Kadın en yakında bulduğu bir vazo ile adamın kafasına vurdu. Tiago kafası kanlar içinde yerde kalmıştı.Martha  3 çocuğunu alıp evden kaçtı. Kim bilir belki de adamın oracıkta öldüğünü düşünmüştü. Tecavüze uğradığı bir evde daha fazla kalamazdı. Sonuç olarak 3 çocuğu ile beraber  sokakta kalmıştı.

Aradan yıllar geçti. Martha bir genel evde çalışmaya başlamış çocuklarını ise bir müddet bu durumdan habersiz büyütmüştü. Aradan geçen yıllar Alex’in 2 kızını da annesi gibi fahişe yapmıştı.Oğlu ise küçük yaşta onlardan ayrılarak uyuşturucu kartellerinin kuryesi olmuştu.

Alex’in oğlu bir tavan arasında uyuşturucu için çıkan bir çatışmada öldü. 27 yaşındaydı. Babasıyla aynı isme sahipti. Babasının öldüğü yaştaydı. Babası bir kahraman gibi savaşarak ölmüştü. O bir çete savaşında ölmüştü. Babası şerefli bir şekilde vatanı için savaşarak ölmüştü. Kendisi ise bok yolunda bir köpek gibi ölmüştü.

Sahi, Alex Rodriguez ne için ölmüştü?

Amerikalı petrol şirketinin Meksika’daki petrollere sahip olmak istemesi için mi? Ya savaşın silah, demir-çelik, otomotiv gibi bir çok sektörü harekete geçirmesi için? Tabi ki de hayır. Bunlar tamamen komplo teorisyenlerinin uydurduğu palavralardır. Hepinizin bildiği gibi ABD sahil güvenlik botu Meksika karasularına izinsiz girmiş, Meksika’da haklı olarak botu batırmıştı. Alex Rodriguez ülkesinin onurunu korumak için kahramanca savaşmış ve ölmüştü. Hem Meksika hükümeti Alex’e bir onur madalyası bile takmıştı.Onun ölümü barışı getirmiş şimdi ise ABD ve Meksika birer ortak konumuna gelmişti. Bahsi geçen petrol şirketi ise savaştan sonra milyar dolarlık bir anlaşma imzalamıştı.Petrol şirketinin sahibi Arthur Viktoria öldüğünde 27 yaşındaki oğlu Maximilian’a devasa bir servet bırakmıştı.

Evet ABD-Meksika savaşında yalnızca bir kişi ölmüştü o da Alex Rodriguez’di. Ben bu savaşı da Alex’i de uydurdum elbette. Ama dünyada gerçekten de savaşlar oluyor biliyor musunuz? Hem de sadece 1 kişi değil milyonlarcası ölüyor. İnsanın aklı almıyor. Sadece kusası geliyor.Ateş düştüğü yeri yakıyor.İşte o zaman bir eksik bir fazla çok fark ediyor.

İkinci Dünya Savaşında 50 milyon insan öldü. Hiçbirinin hayatı Alex’inkinden değersiz değildi. Irak’ta 2 milyondan fazla insan öldü. Hiçbirinin ailesinin hikayesi Alex’in ailesinin hikayesinden daha az acıklı değildi. Vietnam’da 1,5 milyon insan öldü. Hiçbirinin arkasından ağlayanı Alex’ten az değildi. Bu savaşlarda ölenlerin hepsi ezilenlerdi ve hepsi ezenler için savaştı. Ölümleri ne özeldi ne de kutsal. Kabul etmek zor, kabul etmek üzücü belki ama hepsi boku bokunaydı. Ölenlerin hepsinin babası Alex’in ki gibi idi. Hiç birinin babası Maximilian’ınki gibi milyarder değildi.Yoksa o savaşta ne işleri olurdu ki?


Arthur Viktoria her gece yatağına rahat gitti. Güzel rüyalar gördü. Hayatın en iyisini yaşadı ve oğlu Maximilian’a da yaşattı ve öldü.Para insanı ölümsüz yapmıyor.Gerçekten milyarderler de ölüyor. Ama inanın bana hiçbiri bir Alex değil.

17 Eylül 2013 Salı

Ekonomik Tetikçiler

Kapitalizm kan emici bir sülük gibidir. Tüm kanımızı sömürmeden asla durmaz.

Sistem kişilerin tüm kanını sömürmek ve hayatlarını topyekun ele geçirmek için bir çok yola başvurmuştur.Bunun en iyi yolu da devletleri borçlandırmaktan geçer. Böylece her yeni doğan çocuk sisteme borcu olan birer birey olarak dünyaya gelir. Çalışan,vergisini ödeyen ve ülkenin borçlarının kapanmasına yardım eden örnek bir bireye dönüşmesi onun vatani bir görevi olacaktır.

Bu yazı Zeitgeist belgeselinden de hatırlayacağımız John Perkins adlı yazarın 'Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları' adlı kitabından alıntılar yaparak sizlere yaşadığımız dünyanın pisliklerini anlatmak üzere yazılmıştır.John Perkins ABD için çalıştığından yazımızda karşı konulan devlet genelde ABD gibi görünse de Çin,Rusya gibi ülkelerin dahi bu gibi hatta daha pis işlerle haşir neşir olduğuna emin olabilirsiniz.

Öncelikle dünyayı yöneten ellerin eski bir adamlarının gerçekleri yazmasına izin vereceğini hiç sanmıyorum. Bu kitaplar oldukça yüzeysel ve asla tepedeki kişilere el sürmeyen bir anlatıma sahip. Kitap sizi rakamlara boğacak ve size 'sen hiç bir şey değilsin' diyecek bir yandan.Üstelik bunu kitabın sonundaki 'ambalajlı ürünler almayalım' tarzı sorunu temelden çözemeyen önermelerle yapacaktır. Ancak kitabı yazan gerçek bir ekonomik tetikçidir. Ve elbette bir çok yüksek bir doğruluk payına sahiptir. Anlatılanlar saklananların yanında buz dağının görünen yüzü kadar kalır sadece. Paylaşılan videoları izlerseniz büyük resme biraz daha yaklaşabiliriz.

Ekonomik tetikçilik terimi ilk olarak 1953 te İran başbakanı Musaddık'ı devirip yerine ABD yanlısı Şah'ı getirmek için düzenlenen darbe için kullanılır. İlk ekonomik tetikçi ise Kermit Roosevelt adlı CIA ajanıdır. İngiliz-İran Petrol Şirketi'ni(Günümüzde ismi British Petroleum olan Rockefeller ailesine ait şirket) kamulaştırmak isteyen Musaddık Ajax Operasyonu kod adlı bu darbe ile devrilir.

Bu kısımla ilgili itirafı John Perkins in kendi ağzından duymak için.

Savaşlar karlıdır ancak içinde bir çok risk faktörü barındırır. Oysa bu şekilde bir ülkeyi içten fethetmek hem daha ekonomik hem de daha işlevseldir. Bu yüzdendir ki Ekonomik Tetikçilik sistemi doğmuştur.

Musaddık darbesinde bir devlet kurumu olan CIA in adı geçtiği için iş uluslar arası diplomasiyi ilgilendiren bir boyut kazanmıştır.Bu tezgahı düzenleyenler bundan gerekli dersi alırlar ve o tarihten itibaren tüm bu işler devletten bağımsız özel kurumlar tarafından yapılır.

Öncelikle sistem nasıl işler?

İlk olarak gelişmemiş yada gelişmekte olan bir ülkeye danışman kurum niteliğindeki devletten bağımsız kurumlar tarafından bir ekip gönderilir. Bu ekip bir çok analist, ekonomist vb. sıfatlara sahip insanlardan oluşmaktadır.Aslında bu kişiler gönderildikleri ülkelerin yüklü borçlar altına girmesi için gönderilen 'Ekonomik Tetikçiler'dir.  Bu kişiler ülkenin başındaki şahıslara giderek ülkelerinin gelişmeye açık olan bir yanları olduğunu söyler ve işbirliği teklif eder. Örneğin ülkenin muazzam bir hidroelektirik potansiyeli olduğunu ve bu alana yoğunlaşılması gerektiğini söylerler. Bunun illa doğru olmasına gerek yoktur keza kağıt üzerinde ikna etmeleri yeterlidir. Hatta ona bile gerek yoktur çünkü 7 ceddini zengin edecek kadar rüşvet de teklif edilir bu adamlara. Önlerinde iki seçenek vardır. Ya kabul edip ülkelerine ihanet edecekler yada bu koca deve karşı gelecekler. Tahmin ettiğiniz gibi çoğu kabul eder. Lider işbirliğini kabul ettiğinde ise ona 'ABD deki  A isimli inşaat şirketine ihaleyi vermeniz kaydıyla B  isimli bankamız size bu proje için kredi verecek' denir. Ülke asla ödeyemeyeceği bir borca sokulur. Proje değeri olabildiğince yüksek gösterilir. Birinci aşamada ülke ABD bankasından aldığı paralar ABD inşaat şirketine öder. Anlayacağınız para ülke dışına hiç çıkmadan ülke borçlu duruma düşer. İkinci aşamada borçlu ülke proje sonunda ABD bankasına borcu öder. Projelerin uzun yıllar aldığını ve borcun insafsızca alınan faiziyle ödendiğini söylememe gerek bile yok. Bu şekilde para misliyle Amerika'ya döner.

Asla ödenemeyecek bir borç altında kalan bu ülkeler için 2 seçenek vardır: Yeni borçlar almak yada borcu ödemek için petrol ve yer altı kaynaklarını, kamu kurumlarını fahiş fiyatlara ABD ye satmak.İki ucu boklu değnek anlayacağınız.Ayrıca ülkeyi ABD çıkarlarına uygun şekilde yönetmek, uygun ekonomik planlar yapmak hatta eğitim sistemlerini bile ABD nin istediği gibi şekillendirmek de şartlar arasındadır. BM de ABD nin çıkarlarıyla örtüşecek oylar atmak da borcun getirdiği doğal sonuçlardır.

Peki ya liderler verilen rüşvetlere ve ekonomik tetikçilerin ikna çabalarına rağmen kabul etmezler ise ne olur?

Burada sistem 2. adımına geçer. John Perkins in de ifadesi ile 'çakallar' devreye girer. Çakallar genelde CIA destekli eğitimli katillerdir. Olaya kaza süsü vererek suikast ile bu sivri lideri ortadan kaldırırlar. Yerine geçecek insan ise tabi ki Amerikan sömürgesini kabul edecek yandaş bir lider olur.

Bazen Irak örneğinde gibi çok iyi korunan liderler karşısında çakallar da işe yaramaz. (Saddam Hüseyin in bir çok dublörü olduğu için kimsenin ona ihanet etmeye cesaret edemezdi). İşte bu gibi durumlarda devreye 3. ve son adım girer: Askeri Müdahale. Bu yöntem en son istenen yöntemdir.Bunun sebebi tabi ki ekonomik değildir.Aslında savaş sanayinin vazgeçilmez bir parçasıdır ve dünyanın en büyük sektörlerinden biri savaş sanayisi sektörüdür.Ayrıca harap olmuş ve ekonomisi çökmüş bir ülke bırakır geride.Bu size hem ülkeyi geri yapılandırarak kahraman olma imkanı verir hem de inşaat ve sanayi şirketleriniz aracılığıyla kazanılacak yeni paralar getirir. Savaşlar karlıdır.Hem de çok karlıdır. Bu yüzdendir ki asla bitmezler.Ancak kamuoyunu ikna etmek gibi bir zorluğu vardır ki bunu aşmak için sizinde bildiğiniz gibi 'kimyasal silah' tarzı bahaneler uydurulur. Olmadı kendi insanınıza bir saldırı düzenlersiniz ve suçu karşı tarafa atarsınız. Siz yeter ki minareyi çalın. Elbet bir kılıf bulunur.


Çakallarla ilgili bölüme örnek olması açısından  Ekvador başkanı Jamie Roldos ve Panama başkanı Omar Torrijos un hikayelerini ve biraz daha fazlasını John Perkins'ten dinleyelim:
                             


Bu örneklerden de anlayacağınız gibi bir adam iyiyse ve ABD çıkarlarıyla ters düşüyorsa çok fazla ömrü kalmamış demektir bu. Tersten gidersek bir insan ülkeyi ABD çıkarlarına göre yönetirse uzun yıllar başta kalabilir. Yozlaşma hem mülk hem saltanat için  ilk şarttır.

Yozlaşma deyince akla ilk gelen örneklerden biri de Suudi Arabistan örneğidir. Suud hanedanlığı tarafından yönetilen bu petrol zengini ülke 1973 te körfez ülkeleriyle birlikte İsrail'e desteği yüzünden ABD yi hedef alan bir ambargo uyguladı ve petrol fiyatları fırladı. Petrolün ekonomi için ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlayan ABD bu ülkelerin ekonomik özgürlüklerini ellerinden almak için kolları sıvadı. Batı hayranı prenslerin, aç gözlü kralların aklını çelmek zor olmadı. Üstelik Suud hanedanının egemenliği hep tehdit altındaydı çünkü ülkeleri bir çok farklı etnik gruptan oluşuyordu. ABD ile işbirliği halinde onlara saltanatlarının devamını vaad etti. Hatta bir eski bir CIA ajanı ve de bir Suudi olan Bin Ladin e maddi yardım yapılmasına bile göz yumdu. Karşılığında ne mi aldı? John yavrum sendeyiz:

       "Yaptığım planlara göre çölde dev rafineriler, petrokimya kompleksleri, teknoparklar,
        elektrik santralleri yükselecek, ülke boydan boya elektrik hatları, otoyollar, boru
        hatları, iletişim ağları, ulaşım sistemleri, bunları çalıştırmak için gelecek yabancı işçiler
        için konutlar, alışveriş merkezleri, hastaneler, deniz suyu arıtma tesisleri ile
        donatılacaktı. Hepsi son teknolojiye dayalı olduğu için yıllar boyu bakım ve teknik
        servis gerekecekti. Böylece MAIN, Bechtel, Brown&Root , Halliburton, Stone&Webster
        ve diğer Amerika firmaları yıllarca para kazanmaya devam edecekti. Suudi
        Arabistan’ın düşmanlarından korunmak için savunma sanayimiz de en pahalı araç
        gereci satarak ve bakımını yaparak nemalanacaktı. Suudi Arabistan bundan böyle
        hiçbir şekilde ambargo konmasına mahal vermeyecek, Amerika da bunun karşılığında
        her ahval ve şerait altında Suudi Arabistan’a ve yöneticilerine siyasi ve askeri destek
        sağlayacaktı. Tuhaf olan şuydu ki tutucu Vahabi ilkelerine dayanan bir krallığın bütün
        geleceğini bir grup yabancı (onların gözünde kafir) belirleyecekti. Ayrıca umudumuz,
        İran ve Irak gibi petrol zengini ülkelerin de Suudi Arabistan’ı örnek alıp aynı girişimleri
        yapmasıydı. Bence yaptığımızın bin yıl önceki Haçlı Seferlerinden pek bir farkı yoktu.
        Avrupalı Katolikler, amaçlarının Müslümanları cehenneme gitmekten kurtarmak
        olduğunu iddia ediyorlardı; bizse Suuidleri çağdaşlaştırmak olduğunu. Gerçekte ise
        hem Haçlıların, hem şirketokrasinin amacı imparatorluklarını genişletmekti"

Şirketokrasi gene bu adamın türettiği bize hedef gösterdiği ve tüm bu yıkımın sorumlularını özetleyen bir terim. Şirketokrasi çok uluslu kapitalist şirketlerin başındakilerin oluşturduğu bir zümre. En tepede kim mi var? İşte bu kitaplarda belirtilmeyen de tam olarak bu konu.




Ben bunu bilir bunu söylerim. 


 Son olarak geçtiğimiz günlerde CIA bu darbedeki rolünü belgeleriyle itiraf etti. Tam 60 sene sonra.
                     

Bundan 60 sene sonra şu an olan bir çok olayı da üstlenecekler belki de pişkince. Peki ne zaman büyük resmi görmeye başlayacağız? Ne zaman dünyanın oturma odalarımızdan fazlası olduğunu anlayacağız? Ne zaman baş kaldıracağız tüm haksızlıklara?

Ve diyeceğiz ki ' Lanet olsun ben bir insanım ve hayatımın bir değeri var'

Çözüm ne siyasi olabilir ne de taş ve sopayla. Tek çare Eric Cantona! Kulak verin bu adama.

Herhangi bir -çi yada -ist olmama rağmen paylaşmadan edemeyeceğim bu güzel söz ile yazıyı sonlandırıyorum hacılar:

Milli mücadele ancak tam bağımsızlık içindir. Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.-Mustafa Kemal Atatürk- 1922.



7 Ağustos 2013 Çarşamba

Katılım Bankacılığı-Kapitalizm ve Din

Not:Bu yazıyı daha iyi anlamanız için önceki yazıyı okumanız tavsiye edilir.

Sistemin bizi köleleştirmek için faizi kullandığını, bankaların sistemin yıkılmaz kaleleri olduğunu önceki yazımızda görmüştük. Ayrıca kurandaki şu ayetle de İslamın faize ne denli karşı olduğunu anlamıştık.

BAKARA 278-279:Ey iman sahipleri Allah'tan korkun ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanını bırakın. Eğer bunu yapmazsanız Allah ve resulünden bir harp ilanı duymuş olun. Tövbe ederseniz mallarınız sizindir; ne zulmeden olursunuz, ne de zulmedilen.

İslam dininde çoğu kaynak tarafından faiz diye çevrilen kelime aslında ribadır. Ribanın kelime anlamı 'mutlak olarak artan,şişen' dir. Anlamı yalnızca bankaların alıp verdiği faizle sınırlı değildir. Emeksiz bir şekilde olduğu yerde artan her şey ribadır. Ve İslam dini ribanın yani haksız kazancın en büyük düşmanıdır. Çünkü riba demek birilerinin aç kalması demektir. Riba yemek açlıktan ölen insanların haklarına tecavüz etmektir. Riba kapitalizmin yani içinde bulunduğumuz sistemin temel direğidir, olmazsa olmazıdır. Bu yüzdendir ki bankalar her şekilde faiz vermesi de alması da yasaklanan bunu yapana 'Allah ve resulden' savaş müjdeleyen bir dinin mensuplarını da siteme çekmek istemiştir. Yaklaşık 1,5 milyar insanın sistemin dışına çıkması bankaların işine gelmeyecek şeydir.Bu yüzdendir ki 'katılım bankacılığı' adı altında faizsiz bankacılık yaptığını iddia eden bankalar açılmıştır. Bu yazının amacı bu iddialardaki doğruluk payını sorgulamaktır.

İnsanların faizden kaçınmak istemesi çok güzel bir şeydir. Katılım bankacılığını kullanan insanlara iyi niyetli iseler lafım yok. Kimsenin beynine girip niyeti hakkında yorum yapamayız.

Bankaların ise gerçekten bir ticaret kurumu olduğuna inanmak ve kazançlarını helal olarak elde ettiğini iddia etmek oldukça zor bir iş.Çünkü bu bankalar zenginin hep zengin fakirin hep fakir olmasını gerektiren kapitalizmle birebir örtüşüyor ve ona hizmet ediyor.Bu İslamla yakından uzaktan alakası olmayan bu sistemin içine Müslümanları da çekiyorlar. En önemlisi bunu Allah'ın kurallarına dayanarak yaptıklarını iddia ediyorlar.Eğer doğru sözlü iseler diyecek lafım yok. Ama eğer bu işte birazcık bile bir yalan varsa insanları Allah ile aldatıyorlar. İşte beni de bu yazıyı yazmaya iten durum ve ilgili ayetler:

FÂTIR 5.Ey insanlar, Allah’ın vaadi haktır! O halde iğreti dünya hayatı sizi aldatmasın.! O aldatıcı, o çok gururlu, sizi Allah ile aldatmasın.

LUKMAN 33.Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Herhangi bir şeyde babanın, evladı; evladın da babası yerine karşılık ödemeyeceği günden ürperin! Allah’ın vaadi haktır; dünya hayatı sizi sakın aldatmasın. O yaman aldatıcı, sizi Allah hakkında/Allah ile aldatmasın.

HADİD 14.Onlara seslenirler: “Biz sizinle değil miydik?” Derler ki: “Evet, bizimleydiniz. Ancak siz kendinizi yaktınız, bekleyip durdunuz, şüphe ettiniz, hayal ve kuruntular sizi aldattı; nihayet Allah’ın emri geldi. O sinsi aldatıcı, sizi Allah ile aldattı.”

Artık başlayalım.

Faizin İslama ilk girme çabası borç verenin borç alana 'Ben o parayla ticaret yapsam paramı arttıracaktım. Yani sen bana aldığından fazlasını vermelisin' demesiyle baş göstermiştir. Ancak böyle bir durum İslama uygun değildir.Çünkü eğer o para borç verende kalsa ve ticaret yapsa zarar da edebilirdi. Yani ticaret içinde risk faktörünü bulunduran durumları kapsar. Ticarette mutlak artış yani ribadan bahsedilemez. Bu yüzden Allah ticareti helal ribayı haram kılmıştır.

İkinci deneme modern bankacılık çağında bankaya para yatıran Müslümanın ' Enflasyon var paramın değeri azalıyor. Enflasyon oranında faiz almam helaldir' iddiasıyla gerçekleşmiştir. Ancak enflasyon geçmişte olan bir durumdur. Faiz ise geleceği kast eder. Örneğin siz 100 liranızla 100 kilo şeker almayı umut edersiniz ancak bir sene sonra 80 kilo şeker alırsınız bu durum enflasyondur. Bu durumda  bir sene sonra 100 kilo şeker almak için onu 125 lira yapmalı yani bankadan faiz almalısınız. Ancak dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bir sonraki sene şeker fiyatları düşebilir, sabit kalabilir yada enflasyon oranında artmayabilir.

En komplike girişimiz olan katılım bankacılığına geldik.

Katılım bankacılığı yapan bankalar : Al-baraka Türk , Kuveyt finans, Bank Asya ve Türkiye Finans bankalarıdır.

Katılım bankacılığı toplanan fonlarla ticaret yapmak ve elde edilen gelirin yatırımcılara kar payı olarak dağıtmak üzerine kuruludur. Dayanak noktası ise şu ayettir:

Bakara 275: O ribayı yiyenler, şeytanın bir dokunuşla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu böyledir, çünkü onlar, "Alış-veriş de riba gibidir." demişlerdir. Oysa ki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine Rabb'inden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah'a kalmıştır. Yeniden ribaya dönene gelince, böyleleri ateşin dostlarıdır. Sürekli kalacaklardır orada.

Öncelik olarak katılım bankaları en nihayetinde birer bankadır. Yani yatırımcıların verdiği para sanal ortama aktarılır ve defalarca kez borç verilebilir. Katılım bankaları da diğer bankalar kısmi rezerv kuralına göre çalışır.Bütün işlemler elektronik ortamda gerçekleşir.Para aynı şekilde borçtan yaratılabilir.Banka kasasındaki paradan kat kat fazlasını borç olarak dağıtabilir.Şüphelenmeye başlamamızın ilk adımı budur.

Katılım bankalarının çalışma mekanizması ise az çok şöyledir:

Parası olan ve faiz yemek istemeyen aynı zamanda paralarını artırmak isteyen insanlar katılım bankasına gelir.Banka bu düşüncedeki 100 kişiden 1000 er lira alır ve onlara 1100 er lira vereceğini söyler.Böylece kasasında 100 bin lirası olur. Bahsi geçen ticaret ise şu şekildedir. 100 bin liralık bir ev alacak olan ancak parası olmayan bir insan faiz vermemek için bir katılım bankasına gidip 100 bin liralık borç ister.Banka ise adamın alacağı evi 100 bin liraya alır ve adama 120 bin liraya satar. Elde ettiği gelirin 110 binini anapara sahiplerine dağıtırken 10 bini kendine kalır.

Karşılaştırmak için normal bankaların nasıl çalıştığını hatırlayalım.

"100 kişiden 1000 er lira para alan banka daha sonra bu kişilere 1100 er lira vermeyi vaat eder. Kasasında 100 bin lira olur. Parası ve evi olmayan başka bir insansa ev almak için 100 bin lira bankadan borç alır ve banka daha sonra kendisine 120 bin lira vermesi şartıyla parayı bu insana verir. Kazandığı 120 bin liranın 110 bin lirasını başta sermayesini aldığı insanlara dağıtır ve 10 bin lira kendine kalır"

Aradaki faiz kelimesini 'kar payı' kelimesiyle değiştiğini parası olan insanın parasının emeksiz arttığını parası olmayan insanın hakkının yendiğini ve olması gerekenden daha fazla borçlandığını siz de fark etmişsinizdir.İki durumda da evin değeri 100 bin liradır. İki durumda da borç alan aynı miktarı öder. İşte bu ikinci şüphelenmemiz gereken nokta.

Bankaya para yatıran kişinin parası mutlak suretle artış gösterir.Buna  'bir çok kişinin parası bir havuzda toplanır ve edinilen kar yatırımcılara dağıtılır' açıklaması getirilmiştir. Dikkat etmeliyiz ki burada risk yoktur. Bankaya yatırdığınız parayı mutlak suretle fazlasıyla alırsınız.

İnanmayanlar için bir katılım bankasının sitesine girip 10000 TL yatırsam 1 sene sonra ne kadar para alırım diye hesaplattırdım ve sonuca kendiniz bakın.
Yatırılan Tutar:
Tutar Cinsi:
Vade:
HESAPLA

  • Hesap Adı: Klasik
  • Brüt Oran / Yıllık: %7.07
  • Net Oran / Yıllık: %6.22
  • Hesaba Dağıtılan Brüt Kar: 704.72 TL
  • Hesaba Dağıtılan Net Kar: 620.15 TL



Net kar:622,65 TL. Buyurun kendiniz de deneyin. 

Bir de normal bir bankaya girip 10000 TL yatırsam ne kadar faiz alırım diye baktım ve onun da sonucu şöyle


Girilen Tutar10.000,00
Faiz Oranı5,00
Gün365
Brüt Faiz500,00
Vergi Kesintisi50,00
Fon Payı0,00
Net Faiz450,00
Vade Sonu08.08.2014



Net faiz:450 TL. Bakabilirsiniz. 

Sonuç olarak iki bankaya da para yatırsanız ikisi de mutlak surette sizin paranızı artırıyor.Hatta katılım bankasında daha da iyi artıyor. Bu şüphelenmemiz gereken üçüncü nokta idi.

Peki ya borç adamın bu ticarete razı olması tüm bunları meşru yapar mı? Bir düşünelim.

Borç alan adamın evi de yok parası da. Ev almalı çünkü ihtiyacı var. Diğer bankadan alsa 100 bin liralık ev alacak katılım bankasından da alsa aynı evi alacak.İki bankaya da 120 bin lira ödeyecek. Diğer bankada faiz vermeyi kabul etti burada da kar payını. Çünkü bu adam muhtaç.Kabul etmek zorunda. Çünkü evi yok.Diğer bankada da faiz ödemeyi kendi rızasıyla kabul ediyor.Sonuçta tüm bu sistemin içinde kendi rızamızla duruyoruz. Kafamıza silah dayamıyorlar. Ancak bizi çaresiz bırakıyorlar. Paran yoksa bankadan borç çekersin. Borca ya faiz ödersin yada kar payı.Sonuçta kapitalist sistem de ana paranız yok ise her zaman mağdur durumdasınız.Riba ayetlerinin inme sebebi de tam olarak budur.

SORU:Katılım bankasının evi değerinden fazlaya satması doğru mudur?

Katılım bankaları diğer bankalar ile rekabet etmek için fon sağlayanlara yani para yatıranlara diğerleri kadar ekstra para vermelidir. Bu yüzden ürünleri diğer bankların aldıkları faiz kadar kar ile satmalılardır.Yani biz borç alacaksak finans yada katılım fark etmez banka bize iyi bir geçirecektir.Bize geçirmeli ki para yatıranlara fazladan para verebilsin.Onlar para yatırmalı ki bankalar bize geçirebilsin.

Hem konunun kavranması hem de katılım bankalarının nakit olarak borç verdiğini göstermek için bir finans bir de katılım bankasının sitelerine girip ikisinden de 2 taksitle ödemek üzere 10 bin lira ihtiyaç kredisi istedim.Çıkan sonuçlara bakın.

Bu normal bankadan.Bakınız.


Örnek Ödeme Tablosu
Taksit NoTaksitAnaparaFaizKKDFBSMVBakiye

15.094,704.968,70105,0015,755,255.031,30
25.094,705.031,3052,837,922,640,00








 








189,39 TL kitledi.


Bu da katılım bankasından. Buyursunlar efendim.




TLTaksit TutarıAnapara TutarıKar TutarıKKDF TutarıBSMV TutarıKalan Anapara Tutarı
15,103.744,965.74115.0017.255.755,034.26
25,103.745,034.2657.898.682.890.00
TOPLAM10,207.4810,000.00172.8925.938.64




207,48 TL kitledi.

Bu hesaplamaları Google'a yazıp ilk çıkan bankalara tıklayarak yaptım. Katılım bankalarını arasında rekabet var mıdır ya da birbirlerini yanlış yapmakla suçlarlar mı orasını bilmiyorum. Ancak birinin yaptığını öteki de kabul etmese herhalde Türkiye Katılım Bankaları Birliği  diye bir birlik kurulmazdı.

Burada amacım katılım bankalarına para yatırmayın kredi çekmeyin diğerlerini kullanın demek değil. Görmenizi istediğim hepsi aynı pisliğin laciverti olduğu.Elbette insan elinden geldiğince faizden kaçmalıdır ki bu bankalara giden insanların niyeti de budur. Belki de bankaların da niyeti budur kim bilir? Dediğim gibi kimsenin niyetini bilemeyiz bildiğimizi iddia etmek de haddimize değil.Ancak göstermek istediğim şey sizin paraya ihtiyacınız varsa sizden o paradan daha fazlasını bir şekilde çatır çatır alacaklarıdır.İster A bankası ister B bankası olsun adı ister katılım ister finans olsun bu bankalar zengini zengin fakiri fakir tutar.Bunlar sonuçta bankadır babalarının hayrına iş yapmazlar. Parası olanı memnun eder parası olmayana kitlerler.

Gelelim modern bankacılık sisteminin olmazsa olmazı kredi kartlarına.Bu 4 bankanın da bir çok kredi kartı var:
                                
                                                

                                              



                                                 

Ahanda bu da onların kar payı oranlarıdır.Bütün bankalarda olduğu gibi 2,12 oranlı ekstra ücret isterler kullanıcılardan.

Soru: Gittiniz ve bir katılım bankasından kredi kartı aldınız ve onunla 100 liralık market alışverişi yaptınız. Ay sonunda sizden 102,12 lira istediler. Madem bu banka faizsiz ise ve hiçbir malı değerinden fazlaya satmıyorsa ya da ekstra para almıyorsa  neden ay sonunda 100 lira ödemediniz? Bu kar payını neden verdiniz?

Fark ettiğiniz gibi bu kredi kartlarının hepsinde gecikmeye dayalı ceza oranları vardır. Madem ki bu kadar Müslümanız bu ayet bankalara ve en başta 'ben ticaret yapsam daha fazla kazanırdım' diyen adama gelsin:

BAKARA 280- Eğer o (borçlu), darlık içindeyse, kolaylığına kadar mühlet! Eğer biliyorsanız, sadaka olarak vermeniz, sizin için daha hayırlıdır.

İnsanların bankaya gitme amacı para biriktirmektir. Peki İslamda ihtiyaçtan fazlası için para biriktirmek var mıdır?

TEVBE 34- Ey müminler, birçok hahamlar ve rahipler insanların mallarını eğri yöntemlerle yerler ve halkı Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele!

TEVBE 35- O gün biriktirdikleri altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılır ve onlarla alınları, yan tarafları ve sırtları dağlanır; kendilerine "Bunlar biriktirdiğiniz altın ve gümüşlerdir şimdi biriktirdiklerinizin azabını tadın bakalım" denir.

Gördük ki İslam dini din sınıfı gibi ayrıcalıklı sınıflara karşı iken aynı zamanda ihtiyaç dışı birikimlere de karşıdır.Yani bu dinde değil bankaya para yatırayım da daha fazlasını alayıma kılıf uydurmak para biriktirmek gibi bir lüks bile yoktur.İhtiyaç dışı bir birikimin yasak olduğu bir dinde bankaların bu şekilde varlığını tartışmak oldukça ironik bir durum.Sabahtan beri boşa konuştum lan.

Dikkatimi çeken şeylerden biri de bu kartların kendi sitelerinde yazan bilgiye göre kartlarla alkollü içki alınamaz. Bak bu da enteresan bir şey çünkü içkini yasak olduğu aynı ayette der ki:

BAKARA 219.Sana uyuşturucuyu/şarabı ve kumarı sorarlar.De ki: "Bu ikisinde büyük bir günah vardır; insanlar için çıkarlar da vardır.Ama onların kötülüğü yararlarından çok daha büyüktür."Ve sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar.De ki: "Helal kazancınızın size ve bakmakla yükümlü olduklarınıza yeterli olanından artanını verin."İşte Allah, ayetleri size böyle açılar ki, derin derin düşünebilesiniz,

İşte geldik zurnanın zırt dediği ve hemen her Müslümanın adını duyduğunda öksürmeye başladığı 'Ya bir işim çıktı benim' dediği konuya: İnfak.(Merak edenler için infak ayetleri)

Ayette de açıkça gördüğünüz gibi infak kişinin ihtiyacından artanı ihtiyaç sahiplerine verme yükümlülüğüdür. İhtiyacın ne olduğu konusu ise gene dinin mensuplarına bırakılmıştır.Din bir vicdan meselesidir.

Olması gereken sistem nedir neler yapmalıyız? Aynı kitapta bu da anlatılıyor.Daha sonraki yazılarda infak ve olması gereken ekonomik isteme değineceğiz.

Bilmemiz gereken tek şey yanlış bir sistem içinde doğru cevabın olmadığı sadece daha az yanlışın olduğudur. İçinde banka geçen bir kurum İslama uygun olabilir mi? Artık seçim sizin.

BAKARA 79.Yazıklar olsun ki o kişilere ki, Kitap’ı kendi elleriyle yazarlar da sonra onunla basit bir karşılık satın alsınlar diye, "işte bu, Allah katındadır" derler.Vay haline onların, ellerinin yazdıkları yüzünden!Vay haline onların, kazanıp durdukları yüzünden!

TEVBE 9.Allah’ın ayetlerini basit bir ücret karşılığı sattılar da Allah’ın yolundan alıkoydular. Gerçekten ne fena şeydir onların yapmakta oldukları.

Son olarak Aysa Finans açılışından bir resim:

                       



Yorum yapmayacağım hacı. Anladınız siz.



30 Temmuz 2013 Salı

Sistem-Para, Banka, Faiz ve Borç



   Herkesin hayalleri, planları, satın almak istedikleri vardır. İyi bir gelecek. Güzel bir araba, ev. Çocuklarımızın geleceği... Tüm bunlar içinse paraya ihtiyaç vardır. Kabul etsek de etmesek de sistemin kilit noktası paradır. Her şey para etrafında dönüyor. Paraya sahip olanlarsa dünyayı döndürüyor.
   
   Peki kim bu insanlar? Bunu nasıl yaparlar? Bu sorulara cevap verebilmek için önce sistemi anlamalıyız. Para, banka, borç, faiz, tüketim. Ve bunlar arasındaki ayrılmaz ilişkiyi incelemeliyiz.

   Abartılı terimlerle üstü örtülen sistem aslında çok basit. Hepimizin bildiği gibi para bulunmadan önce takas yöntemi kullanılıyordu. Ama takas yöntemi avantajlı bir yöntem değildi. Örneğin elma almak için pazara gidersiniz ve sizdeki armutlarla takas etmek istersiniz. Ancak karşı taraf armut sevmiyorsa alışveriş olmaz. Ya da çok fazla elma biriktirseniz bir şey ifade etmez çünkü elmalar bir süre sonra çürür. 

   Ve bunların olağan sonucu olarak para icat edildi. İlk olarak Asurlular bakırdan yaptılar daha sonra Lidyalılar altından para basarak bugünkü sistemin temellerini attılar. Paranın oluşumuyla birlikte onun yönetilmesi, değer kazanması, korunması ve el değiştirmesinde sorunlar ortaya çıktı. Bu durum bankaların doğmasına neden oldu. Ancak insanlar paralarını saklayacak, koruyacak ve biriktirecek olan bu kurumlara güvenmekten fazlasına ihtiyaç duydular. Bankaların cevabı hazırdı. Faiz. (Özet olarak Cem Yılmaz'ın anlattığından farksız. Ancak o sondaki hareketi banka bize çekiyor ehehe.) Banka bunu babasının hayrına yapmadı tabi. İnsanlardan topladığı parayı biriktirmekle kalmadı başka insanlara borç vererek verdiği borç karşılığında borçlulardan faiz ödemesini istedi. Böylece hem sermayesini alıp sakladığı insanlara borç verebilecek hemde kendisi kazanç sağlayabilecekti. Örneğin 100 kişiden 1000 er lira para alan banka daha sonra bu kişilere 1100 er lira vermeyi vaat eder. Kasasında 100 bin lira olur.  Parası ve evi olmayan başka bir insansa ev almak için 100 bin lira bankadan borç alır ve banka daha sonra kendisine 120 bin lira vermesi şartıyla parayı bu insana verir. Kazandığı 120 bin liranın 110 bin lirasını başta sermayesini aldığı insanlara dağıtır ve 10 bin lira kendine kalır. Tabi günümüzdeki sistemde karmaşık terimler ve sonu bol sıfırlı sayılar rol oynasa da olan şey az çok budur. Dikkat edilmesi gereken nokta şu. Bankanın hiç parası yoktu. Parası olan insanların parasını aldı ve parası olmayana verdi. Kendisi de faizden kazandı. Sıfır emek maksimum kazanç. Oldukça zekice.

   Faiz zamanla birlikte ölümcül noktalara ulaşır. Çünkü eğer aldığınız parayı ödemezseniz faizin faizini de ödersiniz. Siz ödemedikçe bu böylece sürer gider. Basit bir hesapla bankadan şuan 1 kuruş borç alsanız ve sizden sadece %5 faizle geri ödemenizi istese 15 sene sonra bankaya 2 kuruş borçlu olursunuz. 30 sene sonra 4 kuruş ve 1450 sene sonra ise tamamı altından bir dünya borçlu olursunuz. Bunun banka için tek bir kötü yanı var. O kadar uzun yaşamıyoruz ehehe.
   
   Altın para uzun süre hükümdarlık sürdü ancak yerini kağıt paraya bıraktı. Nedeni aslında basit. Zenginler o kadar altını taşıyamıyorlardı. Bu yüzden banka getirilen altın paraya karşılık o miktarı ifade eden bir kağıt verdiler. Bu da kağıt paraya geçiş oldu. (Detaylı bilgi için.) Böylece para gerçek değerinden uzaklaştı. Bu da paranın bankalar tarafından kontrol edilmesini kolaylaştırdı. Çünkü altın bankadaydı. İnsanlar ise altının bir nevi manevi uzantısı olan kağıtlarla alışveriş yapar duruma geldiler.


Para şekil değiştirdi ve daha çok bankaların kontrolüne geçti. 20. Yüzyılla birlikte bilgisayarların yaygınlaşmasıyla ve sanal ortamın oluşumuyla yeni bir para çeşidi de ortaya çıktı: Elektronik para.bankaya koyulan her kağıt para için sanal ortamda para üretildi. Öyle ki şuan dünya üzerindeki paraların yalnızca ufak bir kısmı gerçekten kağıt olarak var. 

Geri kalanı ise sanal yani elektronik para. Bunun olması ise oldukça doğal. Elektronik para sayesinde bir hesaptan diğer hesaba para anında aktarılabiliyor. Alışveriş daha hızlı gerçekleşiyor. İnsanlar nakit paraya daha az ihtiyaç duyuyor. Kimse gidip de bir cep telefonu almak için bile bankadan parasını çekip almıyor ya banka kartı yada kredi kartıyla işlemini hallediyordu. Kağıt paraya ihtiyacın azalması aynı miktarda parayı daha çok kişiye elektronik olarak borç verme imkanını doğurdu.


Bankaysa bu imkanı değerlendirdi. Kendisine yatırılan parayı teminat göstererek bir çok kişiye borç verdi. Ve hala nakit para kullanan insanlar içinse bankada %10 luk bir rezerv bulundurdu ki onlara isterlerse paralarını verebilsin. Bu şu demek: Banka yatırılan her 1 liradan 10 liralık borç üretebilir.


Banka her ne kadar bunu sanal olarak yapsa da o para insanlara borç olarak verilmiştir ve insanlar o borcu kullanırlar. Markete giderler kredi kartlarıyla alışveriş yaparlar sanal ortamda alışveriş yada banka hesabından havale ile bir şekil de o para kullanılır.Yani para yaratılmıştır.Hem de borçtan. Diğer bir ifade ile borç= para.

Günümüzdeki modern ekonomik sistemde bankalara muhtacız.Aldığımız maaşları bile bankadan alırız. Devlet bir miktar parayı bankaya yatırır. Banka insanlara maaş olarak verir. İşin sonunda para kaçınılmaz olarak aynı bankaya yada başka bankalara geri döner. Bu dönüşte kredi kartlarının, para biriktirmek için kullandığımız banka hesaplarının payı büyüktür.

Soruların en zoru devletin parayı nereden temin ettiğidir. Yani parayı kim basar?

Ülkemizde parayı basan kurumun adı Merkez Bankasıdır. Amerika’da FED(federal rezerv) İngiltere’de Bank of England paranın basma yetkisine sahiptir. Bu bankalar  her ne kadar isimlerinden dolayı kamuya ait gibi görünse de (Bu isimler bilinçli olarak öyle algılanması için verilmiştir) hemen hepsi Rothschild  ailesine ait özel mülkiyetlerdir. (Rothschild ailesi hakkında detaylı bilgi için. Ayrıca diğer yazıları da okumanızı şiddetle tavsiye ederim.)

Paranın basılma hikayesi ise şöyle: Hükümet gidip merkez bankasına 10 milyar liraya ihtiyacı olduğunu söyler. Merkez bankası da basacağı 10 milyar dolar karşılığında hazine bonosu ister. Hazine bonosu aslında o miktarda borcun olduğunu ifade teminat kağıtlarıdır. Devlet bu parayı Merkez Bankasından ödemek üzere borç alır.Yani ta en başta bile para borçtan yaratılır. Merkez bankası bonoları alır ve bildiğimiz pamuktan kağıtlardan parayı basar ve bu paranın değeri 10 milyar lira olarak belirlenir. Ancak günümüzde paranın genellikle oluşum yolu elektronik ortamdır. Hükümet aldığı parayla yerine getirmesi gereken görevleri yapar. Örneğin maaş ödemesi yada metro yapımı için gerekli paranın temininde bu parayı kullanmalıdır. Bunun için parayı ticari bankalara yatırır. Hükümet parayı bankalara bir kere vermiştir ve bankalar bu parayı kaynak olarak kullanırlar. Yani bu para insanlara borç ve maaş olarak verilir ve gene %10 luk rezerv bulunması bunun için yeterlidir. Tıpkı Yıldırım Demirören ve Beşiktaş gibi. Pahalı futbolcuyu o alır ama Beşiktaş ona borçlu olur ehehe.

 Tedavüldeki tüm para  Merkez Bankaları tarafından bu şekilde basılır. Bu para Ticari bankalara gider. Ve oradan da bizim ceplerimize gelir.

Soru: Madem ki bütün para bankalar tarafından oluşturuldu ve insanlara verildi, insanlar bu parayı bankalara geri verirken ödeyecekleri faiz için gerekli parayı nereden bulur?

Cevap: Bulamaz.

Birileri bulamayacaktır ki birileri borçlarını ödeyebilsin. İşte bu yüzden 3. Dünya ülkelerinde açlık, salgın hastalıklar yetersiz beslenme eksik olmaz. Çünkü onlar ödeyemeyen kısımdır. Sistem tıpkı bir tahterevalli gibi çalışır. Birileri yükseliyorsa anlamalıyız ki birileri düşmelidir. Bu yüzden aklımız erdiğinden beri çalışıyoruz ki bir meslek sahibi olalım ve  geçimimizi sağlayalım. Bir çeşit afyon gibi işlev gören modern çağların konforuna erişmeliyiz ki medeni birer insan olalım.

Para borçtan yaratılır ve her vatandaş devletinin borçlarını ödemek için çalışır. Vergilerimizi devlete veririz ve devlet bankalara olan borcunu öder. Bankalar bize borç verir bizler faizini öderiz. Olayın ne denli büyük olduğunu ve tüm hükümetlerin neden bir kukla gibi kullanıldığını anlamak için Dünya'nın en borçlu ülkelerinin listesine bir bakın.

Tüm bu ülkeler dünyanın en güçlü ülkeleri. Ve aynı zamanda en borçlu ülkeleri. Peki kime bu borçlar? Dünya bankası ve IMF de aynı bu şekilde çalışan ve büyük çaplı borçlanmaları finanse eden özel kurumlardır. Bu konuyu ayrı bir bölümde inceleyeceğiz.

Tüm dünya birilerine borçlu. Birbirlerine borçlu. Para bile borçtan yaratıldı. Adete çalışıp ücretlerimizin karşılığı olan maaşlarımızı almıyoruz bir borç olarak maaş alıp onu ödemek için 1 ay çalışıyoruz. Bu sistemin köleleştirme tarzı bu. En kötü yanı ise hiçbirimiz bunu kabul etmek istemiyoruz çünkü bu çok basit bir sistem ama ne yazık ki olan şey bu.

Sistem bizi faiz olmadan köleleştirmesi imkansız.Bu yüzden Kuranda faiz (riba) yasaklanmakla kalmamış faize savaş ilan edilmiştir. (Ey iman sahipleri Allah'tan korkun ve eğer inanıyorsanız ribadan geri kalanını bırakın. Eğer bunu yapmazsanız Allah ve resulünden bir harp ilanı duymuş olun. Tövbe ederseniz mallarınız sizindir; ne zulmeden olursunuz, ne de zulmedilen Bakara 278-279) Eğer insanlar faizden uzak durursa sistemin kölesi de olmazlar. Ancak bütün bu tezgahı kuran adamlar bunu da düşünmüştür. Eğer birine borç verirseniz ve ondan bir sene sonra aynı miktarda para alırsanız zararlı çıkarsınız. Çünkü enflasyon vardır yani paranın değer kaybedip alım gücünün azalması. Onlar para bastıkça paranın alım gücü azalır ve insanlar her saniye karınlarını doyurabilmek için daha çok paraya ihtiyaç duyarlar.

Diyelim ki bu sene 100 lirayla 100 fındık alıyorsanız seneye 100 lirayla 80 fındık alabilirsiniz. Doğal olarak insanlar buna yanaşmaz .Paralarını bankaya vermezlerse her geçen gün daha da fakirleşirler. Sistem onları fakirlikle korkutur.Tıpkı şeytanın insanı korkuttuğu gibi. (Şeytan sizi fakirlikle korkutur,sizi görünür görünmez çirkinliklere sürükler..Bakara 268) Bu yüzden insanlar hep daha fazla çalışmalıdırlar. 

Enflasyonun tam tersi ise deflasyondur. Burada ürünün değeri azalır  yani paranın değeri göreceli olarak artar. Enflasyon ve deflasyon sistemin bu şekilde para basıp para çekmesinin doğal sonucudur.Çok olanın değeri azalır az olanın değeri artar. Enflasyon ve deflasyon paranın değerini ayarlamak için kullanılan birer araçtır.

Peki insan bu kadar paraya muhtaç bir canlı mıdır? Elbette ki hayır. Eğer biraz  düşünürsek bize ihtiyacımız diye dayatılan çoğu şey oldukça gereksizdir. Sürekli bir şeylerin daha iyisini daha yenisini almamız öğütlenir.

Bir telefon alırız sonra daha iyisi çıkar onu alırız. Çünkü bu bize özendirilir çünkü herkes yapıyordur. Televizyonda izlediğimiz reklamların bunda büyük etkisi var elbet. Örnek olarak Vestel reklamını alalım. Vestel’in aşırı derecede kapitalist ve çok uluslu bir şirket olmadığı malum. Zaten öyle olsalardı size ihtiyacınız olmayan şeyleri sayıp ‘Hayat değişiyor buzdolabını değiştir’ gibi açık seçik bir davette bulunmaz bunu subliminal mesajlarla yada filmlere dizilere ürün yerleştirerek hallederdi. 

Burada dikkat etmeniz geren tek şey şu: Tüm bunlara ihtiyacınız var mı? Yoksa sistem bizi bir şekilde istediği gibi davranmamız için programlıyor mu? Cevap sizin.

İçinde bulunduğumuz sistem bir katil çünkü her gün 34 bin çocuk yoksulluk ve kolaylıkla önlenebilir hastalıklar yüzünden ölüyor. Bu sistem bir sadist çünkü nüfusun % 50 si günde 2 dolardan daha az gelirle çalışıyor. Bu sistemde dünya zenginliklerinin %40 ına nüfusun % 1 i sahip. Bu sistem yanlış bir sistem ve bu sistem içinde hiçbir doğru cevap yok. Sadece daha az yanlış olanı var.

Gördüğümüz gibi sistemin en üst basamağında bankalar var. Şirketler ve politikacılar ise onların en büyük yardımcıları. Sistemin en altında ise biz varız yani halk. Onların ifadesiyle "tüketiciler". Gerçek anlamdaki modern köleler. En azından şimdiye kadar bize anlatılmaya çalışılan şey bu. Siz hiçbir şey değiştirmezsiniz. Güç tamamen bizim elimizde.Gerçekte ise durum bundan farklı.

En başa gidin ve bankadaki paraların kimin olduğunu düşünün. Şirketlerde kimlerin çalıştığını ve ürünlerini kimlerin tükettiğini bir düşünün. Politikacıları kimin seçtiğini ve kimlerin desteklediğini bir düşünün. Bütün bunların cevabı aynı: Halk. Yani biz, sen ben hepimiz. Bütün bunları durdurabilecek tek güç. Bu aynı zamanda bizi tüm bunların sorumlusu yapıyor. Bu sistem çalışıyor. Çünkü biz çalışıyoruz. Kabul etmesi elbet zor ama hayatlarımız birkaç varlıklı grup tarafından kontrol ediliyor. Zaman ilerliyor ve sistemin çarkları dönüyor. Her geçen gün biraz daha fazla can yakıyor. "Dünya değişiyor Dünyayı değiştir."

Unutmayın :

Hiç kimse özgür olduğunu düşünen birinden daha iyi köle olamaz. -Goethe-



Mutlaka izlemenizi tavsiye ettiğim kaynak videolar: