Sistem kişilerin tüm kanını sömürmek ve hayatlarını topyekun ele geçirmek için bir çok yola başvurmuştur.Bunun en iyi yolu da devletleri borçlandırmaktan geçer. Böylece her yeni doğan çocuk sisteme borcu olan birer birey olarak dünyaya gelir. Çalışan,vergisini ödeyen ve ülkenin borçlarının kapanmasına yardım eden örnek bir bireye dönüşmesi onun vatani bir görevi olacaktır.
Bu yazı Zeitgeist belgeselinden de hatırlayacağımız John Perkins adlı yazarın 'Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları' adlı kitabından alıntılar yaparak sizlere yaşadığımız dünyanın pisliklerini anlatmak üzere yazılmıştır.John Perkins ABD için çalıştığından yazımızda karşı konulan devlet genelde ABD gibi görünse de Çin,Rusya gibi ülkelerin dahi bu gibi hatta daha pis işlerle haşir neşir olduğuna emin olabilirsiniz.
Öncelikle dünyayı yöneten ellerin eski bir adamlarının gerçekleri yazmasına izin vereceğini hiç sanmıyorum. Bu kitaplar oldukça yüzeysel ve asla tepedeki kişilere el sürmeyen bir anlatıma sahip. Kitap sizi rakamlara boğacak ve size 'sen hiç bir şey değilsin' diyecek bir yandan.Üstelik bunu kitabın sonundaki 'ambalajlı ürünler almayalım' tarzı sorunu temelden çözemeyen önermelerle yapacaktır. Ancak kitabı yazan gerçek bir ekonomik tetikçidir. Ve elbette bir çok yüksek bir doğruluk payına sahiptir. Anlatılanlar saklananların yanında buz dağının görünen yüzü kadar kalır sadece. Paylaşılan videoları izlerseniz büyük resme biraz daha yaklaşabiliriz.
Ekonomik tetikçilik terimi ilk olarak 1953 te İran başbakanı Musaddık'ı devirip yerine ABD yanlısı Şah'ı getirmek için düzenlenen darbe için kullanılır. İlk ekonomik tetikçi ise Kermit Roosevelt adlı CIA ajanıdır. İngiliz-İran Petrol Şirketi'ni(Günümüzde ismi British Petroleum olan Rockefeller ailesine ait şirket) kamulaştırmak isteyen Musaddık Ajax Operasyonu kod adlı bu darbe ile devrilir.
Bu kısımla ilgili itirafı John Perkins in kendi ağzından duymak için.
Savaşlar karlıdır ancak içinde bir çok risk faktörü barındırır. Oysa bu şekilde bir ülkeyi içten fethetmek hem daha ekonomik hem de daha işlevseldir. Bu yüzdendir ki Ekonomik Tetikçilik sistemi doğmuştur.
Musaddık darbesinde bir devlet kurumu olan CIA in adı geçtiği için iş uluslar arası diplomasiyi ilgilendiren bir boyut kazanmıştır.Bu tezgahı düzenleyenler bundan gerekli dersi alırlar ve o tarihten itibaren tüm bu işler devletten bağımsız özel kurumlar tarafından yapılır.
Öncelikle sistem nasıl işler?
İlk olarak gelişmemiş yada gelişmekte olan bir ülkeye danışman kurum niteliğindeki devletten bağımsız kurumlar tarafından bir ekip gönderilir. Bu ekip bir çok analist, ekonomist vb. sıfatlara sahip insanlardan oluşmaktadır.Aslında bu kişiler gönderildikleri ülkelerin yüklü borçlar altına girmesi için gönderilen 'Ekonomik Tetikçiler'dir. Bu kişiler ülkenin başındaki şahıslara giderek ülkelerinin gelişmeye açık olan bir yanları olduğunu söyler ve işbirliği teklif eder. Örneğin ülkenin muazzam bir hidroelektirik potansiyeli olduğunu ve bu alana yoğunlaşılması gerektiğini söylerler. Bunun illa doğru olmasına gerek yoktur keza kağıt üzerinde ikna etmeleri yeterlidir. Hatta ona bile gerek yoktur çünkü 7 ceddini zengin edecek kadar rüşvet de teklif edilir bu adamlara. Önlerinde iki seçenek vardır. Ya kabul edip ülkelerine ihanet edecekler yada bu koca deve karşı gelecekler. Tahmin ettiğiniz gibi çoğu kabul eder. Lider işbirliğini kabul ettiğinde ise ona 'ABD deki A isimli inşaat şirketine ihaleyi vermeniz kaydıyla B isimli bankamız size bu proje için kredi verecek' denir. Ülke asla ödeyemeyeceği bir borca sokulur. Proje değeri olabildiğince yüksek gösterilir. Birinci aşamada ülke ABD bankasından aldığı paralar ABD inşaat şirketine öder. Anlayacağınız para ülke dışına hiç çıkmadan ülke borçlu duruma düşer. İkinci aşamada borçlu ülke proje sonunda ABD bankasına borcu öder. Projelerin uzun yıllar aldığını ve borcun insafsızca alınan faiziyle ödendiğini söylememe gerek bile yok. Bu şekilde para misliyle Amerika'ya döner.
Asla ödenemeyecek bir borç altında kalan bu ülkeler için 2 seçenek vardır: Yeni borçlar almak yada borcu ödemek için petrol ve yer altı kaynaklarını, kamu kurumlarını fahiş fiyatlara ABD ye satmak.İki ucu boklu değnek anlayacağınız.Ayrıca ülkeyi ABD çıkarlarına uygun şekilde yönetmek, uygun ekonomik planlar yapmak hatta eğitim sistemlerini bile ABD nin istediği gibi şekillendirmek de şartlar arasındadır. BM de ABD nin çıkarlarıyla örtüşecek oylar atmak da borcun getirdiği doğal sonuçlardır.
Peki ya liderler verilen rüşvetlere ve ekonomik tetikçilerin ikna çabalarına rağmen kabul etmezler ise ne olur?
Burada sistem 2. adımına geçer. John Perkins in de ifadesi ile 'çakallar' devreye girer. Çakallar genelde CIA destekli eğitimli katillerdir. Olaya kaza süsü vererek suikast ile bu sivri lideri ortadan kaldırırlar. Yerine geçecek insan ise tabi ki Amerikan sömürgesini kabul edecek yandaş bir lider olur.
Bazen Irak örneğinde gibi çok iyi korunan liderler karşısında çakallar da işe yaramaz. (Saddam Hüseyin in bir çok dublörü olduğu için kimsenin ona ihanet etmeye cesaret edemezdi). İşte bu gibi durumlarda devreye 3. ve son adım girer: Askeri Müdahale. Bu yöntem en son istenen yöntemdir.Bunun sebebi tabi ki ekonomik değildir.Aslında savaş sanayinin vazgeçilmez bir parçasıdır ve dünyanın en büyük sektörlerinden biri savaş sanayisi sektörüdür.Ayrıca harap olmuş ve ekonomisi çökmüş bir ülke bırakır geride.Bu size hem ülkeyi geri yapılandırarak kahraman olma imkanı verir hem de inşaat ve sanayi şirketleriniz aracılığıyla kazanılacak yeni paralar getirir. Savaşlar karlıdır.Hem de çok karlıdır. Bu yüzdendir ki asla bitmezler.Ancak kamuoyunu ikna etmek gibi bir zorluğu vardır ki bunu aşmak için sizinde bildiğiniz gibi 'kimyasal silah' tarzı bahaneler uydurulur. Olmadı kendi insanınıza bir saldırı düzenlersiniz ve suçu karşı tarafa atarsınız. Siz yeter ki minareyi çalın. Elbet bir kılıf bulunur.
Çakallarla ilgili bölüme örnek olması açısından Ekvador başkanı Jamie Roldos ve Panama başkanı Omar Torrijos un hikayelerini ve biraz daha fazlasını John Perkins'ten dinleyelim:
Bu örneklerden de anlayacağınız gibi bir adam iyiyse ve ABD çıkarlarıyla ters düşüyorsa çok fazla ömrü kalmamış demektir bu. Tersten gidersek bir insan ülkeyi ABD çıkarlarına göre yönetirse uzun yıllar başta kalabilir. Yozlaşma hem mülk hem saltanat için ilk şarttır.
Yozlaşma deyince akla ilk gelen örneklerden biri de Suudi Arabistan örneğidir. Suud hanedanlığı tarafından yönetilen bu petrol zengini ülke 1973 te körfez ülkeleriyle birlikte İsrail'e desteği yüzünden ABD yi hedef alan bir ambargo uyguladı ve petrol fiyatları fırladı. Petrolün ekonomi için ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlayan ABD bu ülkelerin ekonomik özgürlüklerini ellerinden almak için kolları sıvadı. Batı hayranı prenslerin, aç gözlü kralların aklını çelmek zor olmadı. Üstelik Suud hanedanının egemenliği hep tehdit altındaydı çünkü ülkeleri bir çok farklı etnik gruptan oluşuyordu. ABD ile işbirliği halinde onlara saltanatlarının devamını vaad etti. Hatta bir eski bir CIA ajanı ve de bir Suudi olan Bin Ladin e maddi yardım yapılmasına bile göz yumdu. Karşılığında ne mi aldı? John yavrum sendeyiz:
"Yaptığım planlara göre çölde dev rafineriler, petrokimya kompleksleri, teknoparklar,
elektrik santralleri yükselecek, ülke boydan boya elektrik hatları, otoyollar, boru
hatları, iletişim ağları, ulaşım sistemleri, bunları çalıştırmak için gelecek yabancı işçiler
için konutlar, alışveriş merkezleri, hastaneler, deniz suyu arıtma tesisleri ile
donatılacaktı. Hepsi son teknolojiye dayalı olduğu için yıllar boyu bakım ve teknik
servis gerekecekti. Böylece MAIN, Bechtel, Brown&Root , Halliburton, Stone&Webster
ve diğer Amerika firmaları yıllarca para kazanmaya devam edecekti. Suudi
Arabistan’ın düşmanlarından korunmak için savunma sanayimiz de en pahalı araç
gereci satarak ve bakımını yaparak nemalanacaktı. Suudi Arabistan bundan böyle
hiçbir şekilde ambargo konmasına mahal vermeyecek, Amerika da bunun karşılığında
her ahval ve şerait altında Suudi Arabistan’a ve yöneticilerine siyasi ve askeri destek
sağlayacaktı. Tuhaf olan şuydu ki tutucu Vahabi ilkelerine dayanan bir krallığın bütün
geleceğini bir grup yabancı (onların gözünde kafir) belirleyecekti. Ayrıca umudumuz,
İran ve Irak gibi petrol zengini ülkelerin de Suudi Arabistan’ı örnek alıp aynı girişimleri
yapmasıydı. Bence yaptığımızın bin yıl önceki Haçlı Seferlerinden pek bir farkı yoktu.
Avrupalı Katolikler, amaçlarının Müslümanları cehenneme gitmekten kurtarmak
olduğunu iddia ediyorlardı; bizse Suuidleri çağdaşlaştırmak olduğunu. Gerçekte ise
hem Haçlıların, hem şirketokrasinin amacı imparatorluklarını genişletmekti"
Ben bunu bilir bunu söylerim.
Son olarak geçtiğimiz günlerde CIA bu darbedeki rolünü belgeleriyle itiraf etti. Tam 60 sene sonra.
Bundan 60 sene sonra şu an olan bir çok olayı da üstlenecekler belki de pişkince. Peki ne zaman büyük resmi görmeye başlayacağız? Ne zaman dünyanın oturma odalarımızdan fazlası olduğunu anlayacağız? Ne zaman baş kaldıracağız tüm haksızlıklara?
Ve diyeceğiz ki ' Lanet olsun ben bir insanım ve hayatımın bir değeri var'
Çözüm ne siyasi olabilir ne de taş ve sopayla. Tek çare Eric Cantona! Kulak verin bu adama.
Herhangi bir -çi yada -ist olmama rağmen paylaşmadan edemeyeceğim bu güzel söz ile yazıyı sonlandırıyorum hacılar:
Milli mücadele ancak tam bağımsızlık içindir. Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla mümkündür.-Mustafa Kemal Atatürk- 1922.